Burası ellerini sallayanlar ve onları yakalayanlar arasında bir savaş alanı.
Bir tarafta ellerini sallayanlar var. Ellerimizi yüzümüzün önünde eğip büküyoruz veya göğsümüze vuruyoruz. Kafamız modumuza ve müziğe göre hareket ediyor. Parmak uçlarımızda yürüdüğümüz için dizlerimiz bükülmüyor, parmaklarımız tırnaklarımızdaki derileri yoluyor, veya kolumuzda ve yanağımızda kaşıma izleri çıkarıyor. Ayrıca birisinin bakışları altında boğulmaktansa dönen fırıldakları izlemeyi tercih ederiz.
(Neşemiz bizim ve bu neşeyi farklı bir şekilde belli ediyoruz. Belki de neşemizi içimizde tutup sonra bir kişiye bunu döküyoruz. Ama sonra yakalayanlardan neşemizin utancımız olması gerektiğini, davranışlarımızın bizim olmadığını öğreniyoruz ve bu yüzden kendimizi geri çekiyoruz.)
Her yer yakalayan ellerle doluyken kendini küçültmekten başka ne yapabilirsin ki?
Yakalayanlar tıpatıp onlar gibi olmazsak mutlu olabileceğimize veya hayatımızın anlamlı olabileceğine inanmıyorlar. Aslında hedef de bu, bizleri herkes gibi yapmak. Bu yüzden ellerimizi “sessiz eller” nidalarıyla vurarak masaya yapıştırdıklarında gözlerinde en ufak bir şüphe dahi göremiyoruz.
Eller her yerdeler.
Eller çenemizdeler. “Bana bak” diyerek o kadar yüzümüzün dibine giriyorlar ki, gözlerine bakmaya zorlayıncaya kadar gözeneklerini sayabiliyorsun.
Eller, ellerimizi yakalıyor “yapma şunu, insanlar gerizekalı olduğunu düşünecek.” Cildimizle oynayan parmaklarımıza vuruyorlar, çünkü alnımız temiz ve onlar için bakması kolay olmalı.
Dönüyorsun, kendini geri çekiyorsun, biraz araya aralık bırakmaya çalışıyorsun ki nefes alabilesin. Onlar da ellerini, kalçanı, omuzlarını yakalıyorlar ve seni yeniden kendilerine doğru çeviriyorlar.
Bacağını sallıyorsun -buna iznin vardır mutlaka değil mi?- ve tam o anda elleriyle bacağına bastırıp seni sabit tutuyorlar.
Herkes kalemiyle ritim tutar, ama sen bunu yapmaya başladığında elleri elinin üstüne çıkıyor ve seni bırakmıyorlar.
“Lütfen bırak beni”
Ama bunu protesto etmek yalnızca daha fazla, daha sert ve daha kararlı ellerle, varoluşunun senin kadar rahatsız edici ve eksik ve yanlış ve tehlikeli olduğunu anlayıncaya kadar sabit tutulman gerektiği manasına geliyor.
Eğer bir insan olarak görülmek istiyorsan, sen kendi başına kendini kontrol edebilinceye kadar onların seni sabit tutmasına izin vermen lazım.
En temel insan davranışı varolmaktır ve sen çabucak bunu bile yanlış yaptığını anlıyorsun. Tüm bunlar çok fazla alan kapladığın için mi, yoksa garip, başkalarının alışık olmadığı şekillerde hareket edip ayrımcılığı tetiklediğin için mi?
Günün sonunda tek sonuç şu: Senin varlığın yanlış ve bu yüzden cezalandırılman gerekiyor. Vücudunun senin değil başkalarının olduğu sana öğretiliyor. Ve öğreniyorsun ki bir ilişki (eğer öyle diyebilirsek) her zaman iki role sahip. Ellerini sallayanlar ve yakalayanlar. Sen her zaman sabit tutulacaksın ve senin sabit tutmaya iznin yok.
Orijinal metin: https://juststimming.wordpress.com/2011/04/05/grabbers/