Geçtiğimiz haftalarda güzel bir gece geçirirken gecenin sonunda bir karşılaşma yaşadım. Otistik akrabası olan biri, beni çok tetikleyen bazı cümleler kurdu. Ne kötü niyetliydi, ne de empatik olmayan bir yerden bakıyordu. Fakat kendi ezberine uymayışımı bir kalıba uydurmaya, o kalıba uymayışımla da beni “otistik” tanımından atmaya kalktı. Otistik olduğuma inanmadığı için bile değil, yalnızca ona göre “ağır otizmli” olmak ve alkolün de etkisiyle iyice geveze Hazan’ın arasına bir çizgi çekmek istedi. O araya sıkışan etiket şaşırtıcı olmayan bir biçimde “Asperger”di. Asperger’in pek çok otistik için nefret söylemi olarak görüldüğünü veya işlev etiketleriyle beni “diğer otistikler”den daha üstün ilan etmesinin yanlış olduğunu anlatma çabalarım işe yaramadı. Ve bir diyalogsuzluğa sürüklendik. Çünkü benim onu anlamadığımı düşünüp tekrar tekrar anlattığı her şeyi bu 5 yıllık süreçte defalarca farklı çocukların ailelerinden defalarca kez duymuştum.
Bu tür ortamlarda ya partinin kalbiyimdir, ya da bi köşede yalnız otururum. Benim için komik olan detay o günün yalnız oturduğum günlerimden biri olmasıydı. Yani herkes aynı şeyleri yapıyorken bunlara uyumlanamayanlar sadece engelliler (tek engelli değildim odadaki) ve birileri izolasyonumu dert edip grup aktivitelerine katılmam için teşvik etmeye bile çalışıyordu o sırada. Otistik olduğumu öğrendiğimden beri uyumlanmaya çabalama ihtiyacı duymuyorum artık. O gün nasıl hissediyorsam öyle yaşıyor, merak eden olursa otistik oluşumun bu durumla ilgisini açıklıyorum. Genellikle dikkat çektiğim için illa bu konu açılıyor. Bir köşede sessizce oturmanın da grupla sosyalleşmenin de alistik kuralları var ve ben galiba ne yaparsam yapayım bir biçimde dikkat çekiyorum. Ya çok konuşuyorum, ya çok susuyorum, ya çok dans ediyorum, ya yanlış yerde oturuyorum. Her ne olursa olsun, uyumsuzluğumu bir noktada çaktırıyorum. Yine böyle bir gecenin sonucu yakalanmış ve nedenlerini aktarırken bu kez “yeterince” otistik olmadığım tartışması çıktı.
Ben de biliyorum belli insanlar için “diğer otistiklere” ve diğer engellilere benzemediğimi. Bunu hiçbir zaman reddetmediğim halde olduğum şeyi saklamamam, nasıl oluyorsa kimi insanlarda tam tersi etkiyi yaratıyor. Üstelik bu tanımlara uymamanın bedelini cidden çok ağır ödedim. Sistemin filtrelerine yakalanmamanın artıları kadar eksileri de var. Çocukluğumdan beri sinir sistemim sürekli tetikte. Bedensel ve zihinsel sağlığımda kalıcı hasarlar aldım bu yaşa gelene kadar. Ve bunların dışardan o kadar belli olmaması biraz hayatta kalma inadımdan, ama gerçekten olduğum insanı var olan dünyaya yontarken çok zedelendim. Artık neden biraz “garip” olduğumu biliyorum en azından. Bunu fark edenlerle nedenini paylaşmaktan gocunmuyorum. Fakat bazen yeni bir duvar çıkıyor karşıma. Diğerleri gibi olmamamdan memnun olmayanlar, neden diğerleri gibi olmadığımı duyunca bana ötekiler gibi de olmadığımı anlatmaya, dikte etmeye başlıyor.
O gece de işte gruptan farklı davranıyorum, farklı hissediyorum ve kendimle barışığım. Çok sevdiğim arkadaşlarımı gördüğüm ve yeni insanlar tanıdığım için mutluyum. Fakat aniden otistik bir oğlan çocuğu olmadığım için birini mutsuz ediyorum. Varlığım, kendimi tanımlama biçimim tamamen benimle ilgili olmalıyken onda bir duygu tetikliyor. İlk karşılaşmanın insanlarda yarattığı şaşkınlığı bildiğim için açıklamaya, anlatmaya, kaynak vermeye, sınır çizmeye çalışıyorum. Gecenin onikisi, ikimiz de içkiliyiz, sürekli sektiğim bir duvara arabayı sürmek gibi bir çaba içindeyim. Yıpranıyorum, tetikleniyorum. Dikkatim dağılıyor, müzik ve ortam uğultusu artıyor, gözlerim doluyor. Ait hissetmek için kendime edindiğim o köşeyi kaybediyorum. Sigaram bitiyor. Ben bitiyorum.
Bu duyguları tanıyorum. Böyle zamanlar regülasyonumu kaybediyorum. Bir konuşmayı veya bir argümanı değil, hayatımın üzerindeki kontrolü kaybediyorum. Kim olduğumu anlatmaya çalıştığım biri arkamdan konuşacak. Kim olduğuma kendisi karar veremediği, benim kimliğim onun normlarına uymadığı için bir ara mutlaka arkamdan konuşacak. Ve ne kadar çırpınırsam çırpınayım o kadar derine batıyorum. Pandemi zamanı, otizm aktivizmine ilk başladığımızda twitter üzerinden yaşanan şey oluyor. Etkileşime açık sandığımız konuşmalar bir fikir alışverişi değil, karşı tarafın kişiliğimize saldırmak için silahlandığı anlar. “Karşı taraf” kötü biri olmak zorunda değil ama bir ideolojinin temsilcisi. Normu beni yıkarak inşa etmeye girişiyor. Ve yıkılıyorum.
Velhasıl kelam, o gece eve dönemedim. Eve dönsem kapıdan girdiğim an ağlamaya başlayacak, 3-4 gün dışarı adım atamayacak, yemeden içmeden kesilecek veya tam tersine aşırı yiyecektim. Beni “normal” bulan insanların göremediği her şey evde yaşanıyor çünkü. Yılların deneyimine güvendim, içimden bir ses tek kurtuluşumun o geceyi öyle bitirmemek olduğunu söylüyordu. Ben de sıkıştığım yerden çıkabilmek için sonra saatlerce, açık bulabildiğim son mekana kadar, sabahın 5’ine kadar içtim.
“Normal” insanlar sırf ertesi gün yataktan çıkabilmek için 10 saat aralıksız, karıştıra karıştıra içmiyorlar. Alkolik de değilim, düzenli içki de içmiyorum. Sosyal varlığımı sürdürebilmek için yıllardır anksiyete ilacı niyetine alkol tüketiyorum. Çoğu zaman 1-2 bira. Ama zor zamanlarda, sadece hayatta kalmayı sürdürmek için aralıksız içtiğim haftalar var. O haftalardan birine böyle adım attım işte.
Sadece kim olduğunuzun kabul edilmesi için bu kadar savaşmak çok yıpratıcı bir şey. Bu tüm otistiklere yapılıyor. Kendini ifade etmekte, sosyalleşmekte, hayata karışmakta sorunu yokmuş gibi gördüklerinize bile toplum olarak el birliğiyle bunu yapıyorsunuz. Pek çok otistik yakınında öfke uyandırma gerekçem, yakınları olan otistiğin benim gibi olmaması. Bazı şanslarım olduğunu ben de kabul ediyorum. Ama kendimi övmek veya yermek arası bir ikiliğe sıkıştırılmayı reddediyorum. Ben bir karikatür değilim. Kendimden nefret etmek veya kendimi bir “mucize” olarak pazarlamak yegane seçeneklerim değil. Var oluşum ve verdiğim mücadele ne sizler, ne de başka otistikler için bir tehdit değil. Bunu böyle hisseden herkes sağlamcılığıyla yüzleşmedikçe, bizim adımıza aldığınız kararlar ve kurduğunuz söylemler yine bizlere zarar veriyor. Bazen bir partide, bazen AB fonlu bir etkinlikte, bazen bir özel eğitim merkezinde ve bazen kendi evlerimizde… Zaman ve mekan değişse de alistiklerin bizim adımıza konuşma ısrarından gördüğümüz zarar görenlerin biz olduğumuz gerçeği değişmiyor.