Leah Lakshmi Piepzna-Samarasinha
Bunu söyleyen ne ilk ne de son insan olacağım ama şu an Filistin’deki herkes sakatlanmış durumda.
Sakatlanmak bazen eviniz yapay zekayla hedef alınıp bir bombayla patlatıldıktan sonra bacağınızın anestezi olmadan babanız tarafından ampute edilmesi demek.
Sakatlanmak bazen suya ve hijyene erişiminiz olmadığı için 360.000 bulaşıcı hastalık vakası gözlemlenmesi demek. Bu Gazze’de yaşayan her 6 Filistinli’den biri demek oluyor, ki gerçek rakamların çok daha yüksek olması mümkün. 1,9 milyon insan kış aylarında evlerinden oldular, yağmuru ve soğuğu çadırlarda yaşamak zorunda kaldılar, bu da bulaşıcı hastalıkların bombalardan çok daha fazla insanı öldürdüğü koşullara maruz bırakıldılar demek.
Sakatlanmak bazen oluşan kıtlığın bütün Filistin popülasyonunu etkilemesi ve bu satırlar yazılırken dünyadaki en büyük açlık krizinin yaşanması demek. Açlık öncelikle engellileri, hastaları, çocukları ve yaşlıları öldürüyor. Açlık aynı zamanda uzun vadede kalp krizi, felç ve kalp hastalıkları ve intihar eğilimine yol açarak da insanları sakatlıyor.
Sakatlanmak bazen bu satırlar yazılırken 36 hastaneden yalnızca dokuzu kısmen çalışır durumda ve 337 sağlık personeli ve kurtarma görevlisinin öldürülmesi demek. Tıpkı geçtiğimiz hafta 3 başka Filistin Kızıl Haç Derneği üyesiyle beraber bulundukları ambulansta suikaste uğrayan Fadi Al-Mani gibi.
Sakatlanmak bazen Kasım ayından beri her sabah izlediğim ve Gazze’deki güncel durumu imzası haline gelmiş “Merhaba ben Gazze’den Bisan ve hala hayattayım” cümlesiyle güne başlayarak aktaran, kahraman genç gazeteci Bisan’ın korkunç omurga ağrısına çare bulamaması demek.
Tıpkı tam da şu an dinlemekte olduğum Bisan’ın söylediği gibi “Bu savaş kadınlara karşı, engellilere karşı, çocuklara karşı” çünkü İsrail İşgal Güçleri Gazze’de çalışır durumdaki son hastaneye saldırdılar ve kendisi bundan sonra hayatta olup olmayacağını bilemiyor.
Sakatlanmak bazen vatandaş gazeteciliği yapan kahraman fotoğrafçı Motaz Aziza’nın, yaşanan şeyleri kayıt altına almaya artık dayanamadığı için intihar düşüncelerini paylaşması demek.
Sakatlanmak bazen milyonlarca engelli, sağır ve nöroçeşitlinin ilaca ve erişim ihtiyaçlarına ulaşma konusunda muazzam sıkıntılar yaşaması demek. Havaya uçmuş yollarda tekerlekli sandalye, baston ve yürütücülerle ilerlemeye çalışmak demek. Erişilebilir olmayan sığınaklara gitmek için uğraşmak demek. Altyazılar, kablosuz internet ve çevirmenler olmadan bilgiye erişememek demek. Otistik olup duyusal aşırı yüklenme ve sürekli bomba sesleriyle baş etmeye çalışmak demek.
Bu yazıyı İsrail’in Filistin’e açtığı savaşın 100’üncü gününde yazıyorum. Soykırımın 100 günü. Hastanelerin, ibadethanelerin, evlerin, okulların ve mezarlıkların yıkımının. Her 100 Filistinliden en az biri şu an öldü.
Geçtiğimiz 100 gün boyunca ara sıra bazı engellilerin (bunların çoğu beyazdı) “Engelli Adaleti’nin Filistin’le hiçbir ilgisi yok, bu konuda neden paylaşım yapıyorsun?” veya “İsrail’in engelli politikaları Arap dünyasındakinden çok daha iyi” diyerek Alice Wong ve benim gibi bilinç sahibi engellilere hesap sorması beni şaşırtmasa da sarstı.
Bilişsel çelişki, bilinçli cehalet, pinkwashing, ırkçılık hepten zıvanadan çıkmış durumda. Lütfen oturup bazı şeyleri araştırın ve bizleri bir şeyleri aklamak için kullanmayı bırakın.
İyi kavrayamamış olanlar için bir kez daha söylemek isterim ki Engelli Adaleti her zaman özgür bir Filistin’i savundu. Bu böyle bilinsin.
Engelli Adaleti kavramı devrimci sakatlar tarafından geliştirildi, çoğu beyaz olmayan azınlıklardı, emperyalizm ve ırkçılık karşıtı radikal hareketlerle ilişkileri vardı. Engelli adaleti sakatlar olarak bizlerin savaşla, işgalle ve soykırımla olan deneyimlerinden üretildi.
Özgür Filistin bir engelli adaleti meselesidir. Engelli adaleti özgür bir Filistin olmadan kazanamaz. Engellilerin yaşayabileceği yer barış içerisindeki topraklardır. Kendimiz olabileceğimiz topraklardır.
*****
İsrail İşgal Güçleri bu savaşta ve Filistin’de gerçekleşen pek çok savaşta engellilere ait alanları hedef aldılar. Hastaneler ve bakımevleri, spesifik olarak sakatların bulunduğu veya ihtiyaç duyduğu yerlerdir. İsrail İşgal güçleri 120 ambulansı yok ederek 2 milyon insan için geriye 6 ambulans bıraktılar. İnsan hakları organizasyonları yıllardır İsrail İşgal Güçleri’de Filistinlilere bacaklarından ateş ederek kasıtlı olarak ampütasyon ve sakatlığa neden olmaya çalıştıkları için hesap soruyor.
İsrail İşgal Güçleri aynı zamanda herkesin, haliyle engellilerin, günlük hayatlarını sürdürdüğü ve/veya hayatta kalmak için sığınak olarak kullandığı her yeri hedef alıyor. Kafeleri ve sığınma kamplarını ve iş yerlerini ve okulları. Hiçbir yer güvenli değil.
Filistin diasporasındaki herkes de sakatlanmış durumda. Kronik Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve gerçekleşen bir soykırımın boğucu stresi ve sayısız aile üyesinin ölümünün yarattığı kaygı insanları sakatlıyor. Her gün protestolar düzenleyip yine de yetersiz kalıp ailelerini ve sevdiklerini kurtarabilmek için mücadele etmek insanları sakatlıyor.
Diasporadaki Filistinliler ailelerine günlerce erişememenin yarattığı panik yüzünden kalp krizi geçirip ölüyorlar.
Engelli Filistinli yazar Abla Abdelhadi şu tweeti attı: “Gazze’deki insanların travmayla nasıl başettiğini düşünemiyorum bile. Ürdün’deyim, çocuk istismarından, patriyarkal şiddetten ve Amerikan polisi şiddetinden hayatta kalmayı başarmış biriyim ve zaten travma sonrası stres bozukluğum var. Ve şu an beynim memleketimden 26.000 insanın katledildiği ve dünyanın İsrail’in gerçekleştirdiği holokostu durdurmadığı fikrini işleyemiyor. Beynim infilak etmek üzere.”
Engelli Adaleti emperyalizm karşıtı, savaş karşıtı ve sömürgecilik karşıtı bir barış politikasıdır.
Hasta ve sakat siyahlar, yerli halklar ve diğer beyaz olmayanlar tarafından geliştirilmiş bir siyasettir. Bizim için bizler tarafından üretilen bir siyasettir. Yaşadığımız yerlerdeki sömürgecilik, savaş hali ve şiddet engellilik sorunlarımızın birer parçasıdır.
Ben Filistinli değilim. Ama Sri Lanka diasporasından bir insan olarak Filistinde yaşanan soykırımın şahidiyim ve büyüdüğüm zamanlar 1983-2008 yıllarında gerçekleşen Sri Lanka İç Savaşı’na denk düşüyor. Diasporadaki pek çok Sri Lankalı gibi, savaş sırasında tamillerin ve müslümanların soykırımını ve on binlerce Sri Lankalının bombalar, mayınlar ve kronik travma sonrası stres bozukluğu tarafından sakatlanmasını izleyerek büyüdüm. Bu yüzden kendi halkınızdan on binlerce insanın katledilmesini ve sakatlanmasını izlerken dünyanın geçiştirip görmezden gelmesinin ne demek olduğunu iyi biliyorum.
Filistin’de yaşananlara bir sakat olarak, Sri Lanka’lı, nöroçeşitliliği büyük ölçüde İkinci Dünya Savaşı’ndaki Japon işgali sırasında Sri Lanka ve Singapur’da büyümekle şekillenmiş nöroçeşitli bir babanın otistik çocuğu olarak şahitlik ediyorum. Babam savaş aktif olarak devam ederken doğdu, bir sene sonra abisi ve büyükbabası Singapur’daki Japon işgali sırasında ölüdürüldü ve babaannem son gemilerden birine atlayarak Sri Lanka’ya kaçmayı başardı. Savaş, ölüm ve işgal babamın Kronik Travma Sonrası Stres Bozukluğu ile büyümesine neden oldu, tıpkı ebeveynleri gibi.
Bu deneyimlerin ikisi de beni şuraya getiriyor: bugün Filistin’den bahsederken savaşın ve emperyalizmin neler yapabildiğini iyi biliyorum. Sürekli savaş halindeki bir ülkenden çıkmış, üçüncü bir yol olduğunda ısrar eden ve bu yolun barıştan, dekolonizasyondan ve adaletten geçtiğini savunan cesur insanlardan Sri Lankalı feminist hümanizmi öğrenmiş ve buna katkı sunmaya çabalayan engelli bir otistik hayatta kalanım. Bu da benim Sri Lankalı bir engelli olarak engelli adaleti politikam. Belki sizin başka bir politikanız vardır.
Benim varlığım Filistin’de olanların dışında kalmıyor. Hiçbirimizin varlığı olanların dışında değil.
Orijinal yazı // https://disabilityvisibilityproject.com/2024/01/26/palestine-is-disabled/