UDA’dan Kaçmak İçin Kendimi Trafiğe Atmam Üstüne // Çeviri

Asfalt zeminin üzerinde dökülmüş yapraklar var. Beyaz spor ayakkabıyla koşan birinin ayakları görünüyor.
Asfalt zeminin üzerinde dökülmüş yapraklar var. Beyaz spor ayakkabıyla koşan birinin ayakları görünüyor.
Ketut Subiyanto adlı kişinin Pexels‘daki fotoğrafı

Ben mahkeme kararı ile Uygulamalı Davranış Analizine yani UDA’ya gitmek zorunda kalmış otistik bir gencim. Birazdan anlatacaklarım, kaçmak için trafiğe atlamama sebep olmuş deneyimler.

Davranış terapisinde yaşadıklarıma göre, bana “yardım” etmeye çalışan terapistler aslında beni aşağılıyor, bir şeyi yapabilmeme rağmen yapamazmışım gibi hissettiriyor ve sürekli olarak beni basit kartlar, tablet üzerinden analog saat sınavları ve benim okuyabildiğim seviyenin çok altında basit okuma gibi şeyler yapmaya zorluyor. 

Beni çalıştırdıkları kartlar üçüncü sınıf öğrencilere verilmesi gereken atasözleri ve deyimlerden oluşuyor. Galiba bunu otistik insanların her şeyi direkt algıladığıyla alakalı klişe yüzünden yapıyorlar. Kaç soruyu yanlış kaç soruyu doğru yaptığımla ilgili bana not tutturuyorlar. Kaç defa özür dilediğimle ilgili bile veri topluyorlar.

Labirentteki bir fare gibi hissediyorum ve benim peynirim eve gitmek. Burada ne yaptığımı bilmiyorum bile. Onlara terapi hedeflerimin ne olduğunu sordum, onlar da bana hedeflerin ben 18 oluncaya kadar sürekli değişeceğini söylediler. Bu beni yıktı, çünkü yeterince uyum sağlayıp istediklerini yaparsan UDA’dan mezun olabileceğimi sanıyordum. 

Her seferinde bana daha fazla çalışmam gerektiğini söylediklerinde bunu hiçbir şekilde yapamıyorum çünkü diğer çocuklar ciğerleri patlarcasına bağırıyor oluyorlar. Bir taraftan diğer çocukların kullandığı iPadlerden müzik sesi de geliyor. 

Küçük çocukların bağırmasına dayanamıyorum ve bu sürekli oluyor. Bazen aynı odada benimle beraber yaşı çok küçük, 3 yaşında olan çocuklar bile oluyor. Bu yalnızca otizm ve ses hassasiyeti ile alakalı bir konu değil. Şimdiye kadar çocuklar bağırmaya başladığında kimsenin onları sakinleştirmeye çalıştığını da görmedim. 

Ses durmadan devam ediyor, korku film müziği gibi. Ne zaman çocukların neden bağırdığını sormaya çalışsam bana “alışman lazım” diyorlar. 

Ne zaman bir şeyde zorlandığımı söylesem bana replik kullandığımı söylüyorlar. Örneğin: Bir şeyin beni nasıl hissettirdiğinden hoşlanmadığımı söylersem, onlar da bana “yalnızca senaryolayarak konuşuyorsun” diyorlar. Senaryolama başkasının söylediği kelimeleri kullanmaktır. O zaman bana bunu söylemek sırf otistik olduğum için hiçbir duygumun olamayacağını ve duygularım hakkında konuşamayacağımı söylemek manasına geliyor. 

Ayrıca onlara ne söylersem veya nasıl hissedersem hissedeyim göz teması kurmam gerekiyor, ki bu oldukça zor. Sürekli yapmamı istiyorlar ama bu beni rahatsız hissettirebiliyor. 

Bağıran çocuklarla dolu bir odada sürekli olarak göz temasımla alakalı veri topluyorlar ve bana gelip konuşmamın “replik” olduğunu söylüyorlar. Bu ortamın doğal ne yanı var? Bu ortamın her şeyi planlı, aynen bir deney gibi. Ve ironi hakkında ders alması gereken benim öyle mi?

Geçen günlerde bana birkaç soruyu cevaplamam gereken bir test yaptılar ve bu testte “Üçe kadar sayabiliyor musun?” gibi sorular vardı. Sonrasında da daha fazla deyim ve atasözü ödevi yaptırdılar. Bir kez daha. Bunların hepsi dediğim gibi otistikler soyut şeyleri anlamaz klişesiyle alakalı. Benim böyle bir sorunum yok ve uzun süredir de olmadı. 

Neden bunları yaptığımızı sorduğumda bana “bunlar senin dil kabiliyetini geliştirecek” diyorlar. Ama bence benim dil becerilerim gayet iyi. 

Beceremediğim her şeye odaklanıyorlar. Beceriksiz olduğumu düşünüyorlar. Beceriksiz gibi mi gözüküyorum? 

Her şey o kadar dikkat dağıtıcı ki, annem bana “UDA nasıl geçti” diye sorduğunda cevaplayamayacağım kadar başım ağrıyor.

Fakat cidden, her gün aynı şeyler oluyor. Deyimler, atasözleri, saatler, matematik ve konuşma. 

Beni daha az otistik yapmaya çalışıyorlarmış gibi hissediyorum. Otizmle alakalı klişelerden bahsedip onlara odaklanıyorlar, aynen onarım terapisi gibi. 

Beni dinleyen herkese -arkadaşlar, öğretmenler, akrabalar, rehber öğretmenler- , UDA da çalışan kişiler hariç herkese oraya gitmeyi ne kadar da istemediğimden bahsettim. UDA terapistlerine bundan bahsetmedim çünkü bahsetsem bana burada olmanın benim için iyi olduğunu söyleyecekler veya bana senaryolayarak konuştuğumu söyleyecekler. Hiçbir zaman duygularımı ciddiye almıyorlar.

En son UDA’ya gittiğim zaman en zoruydu çünkü yalnızca okulla değil, başka stresli durumlarla da uğraşıyordum. En çok da 18 yaşına gelinceye kadar bunu yapmaya devam etme fikrine dayanamıyordum. Annem beni bıraktıktan sonra bir panik atak geçirdim ve kapıdan içeri girmeden koşmaya başladım. 

Bana hep “yardım” etmek istediğini söyleyen terapistler beni kovalamaya başladı, bu yüzden trafiğe doğru koşmaktan başka hiçbir çarem yokmuş gibi hissettim. Artık bu şekilde çalışmaya devam edemezdim ve UDA’dan kaçmak için trafiğe doğru koşarken uğuldayan kafamın içinde sürekli olarak kendime dediğim şey de buydu. Bir ara kaldırıma doğru koşmaya çalıştım ama artık çok geçti. Bana bir araba çarptı. 

Beni kovalayan iki davranış terapisti yavaş yavaş geriye gitti ve ben de onların beni bu halde bırakmasını izledim. Gerçekten inanılmaz yararlı bir andı. Travmatize olmuş hissederek ambulans ile acile gittim. Her şeyin sonunda bana bir araba çarpmıştı ve bana “yardım” etmeye çalıştığını söyleyen insanların beni bırakıp gitmesini izlemek zorunda kalmıştım. 

Eğer mahkeme kararları yüzünden UDA’ya zorlanırsam hayatta kalamayacağımdan korkuyorum. 

Orijinal metin: https://neuroclastic.com/on-hurling-myself-into-traffic-to-get-out-of-aba-therapy/

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir